Connect with us

Genel

Kanunların Ruhu Üzerine

Published

on

Kanunların Ruhu Üzerine (De l’esprit des lois) Adlı Eserde Yönetim Şekillerinin Doğası ve Prensipleri

Kuvvetler ayrılığının temellerini ortaya atan ve 20 yıllık bir sürecin ürünü olan Kanunların Ruhu Üzerine adlı eseri yazarak siyaseti derinden etkileyen Fransız bir düşünürdür Montesquieu. Kitap, 1748’de yayınlandıktan sonra büyük eleştirilerin odağında olmuş ve buna binaen Montesquieu kitabın bir savunmasını yazmıştır. Katolik Kilisesi ise 1751 yılında kitabı yasaklamıştır. (İleride başlayacağım incelemede kitabın ayrıntılı bir tasvirini sunmayacak, yalnızca edinilmesi gereken temel bilgileri vereceğim.) 

Montesquieu’nun belki de en önemli düşüncesi, bir halk için yapılacak kanunların, o halkın kültürü, yaşadığı iklimi, gelenekleri gibi unsurlar dikkate alınarak yapılması gerektiği idi. Kanunlar, bu unsurlar dikkate alınarak yapılırsa en doğru biçimine kavuşur.

Kitabın ana konusu, üç tür yönetim şeklinin (cumhuriyet, monarşi, istibdat) doğası ve prensiplerinin belirlenmesinden oluşuyor. Yönetim şekillerinin doğası derken bundan, o yönetim şeklini yaratan şeyi, yani onun has yapısını, yönetim şeklinin prensibi derken ise bundan, o yönetim şeklini harekete geçiren unsuru anlıyoruz. Yönetim şekillerinin doğası ve prensibi birlikte ele alınmalı, oluşturulacak kanunlar ikisi de dikkate alınarak oluşturulmalıdır.

Cumhuriyet

“Cumhuriyet yönetimi bir bütün olarak halkın veya halkın yalnızca bir bölümünün egemen güce sahip olduğu yönetim şeklidir.” Eğer halkın bütünlüğü egemen gücü oluşturuyorsa buna “demokrasi”, halkın küçük bir azınlığı egemen gücü oluşturuyorsa buna “aristokrasi” denir. Seçme hakkını tesis eden kanunlar ve meclisleri oluşturacak vatandaşların sayısı bu yönetim şeklinin esasıdır. Öyle ki, Roma’nın yıkılmasının ana nedenlerinden birini de, meclisleri oluşturacak vatandaşların sayısının belirlenememesi olarak görür Montesquieu. Dolayısıyla halk, bakanlar seçmelidir zira kimi seçmesi gerektiği konusunda liyakatli olan halk, seçtiği bakanların dış ve iç politikada gösterecekleri marifeti gösteremez. Aynı zamanda halkın, ya bizzat seçtikleri ya da atadıkları bir magistratus (bakan) aracılığıyla seçtikleri bir meclis veya senato tarafından yönetilmeye ihtiyacı vardır. Bunun nedeni de yine marifet eksikliğinden kaynaklanır. Seçme gücüne sahip halkın sınıflara ayrılması da bir başka temel kanundur.

Kitapta örnek olarak gösterdiği Solon, “seçilebileceklerin” belirlenmesi için Atina halkını dört sınıfa ayırmıştır. Her vatandaşa oy hakkı tanıyarak, hâkimlerin bu dört sınıfın her birinden seçilebilmesini, yüksek dereceli memurların ise en hâli vakti yerinde olan vatandaşların bulunduğu ilk üç sınıftan seçilmesini istemiştir. Demokrasinin başka bir temel kanunu ise, kanunları sadece halkın yapmasıdır. Fakat senatonun hüküm vermesi gerektiği binlerce durum olduğunu belirterek yine Roma ve Atina anayasalarından örnekler veren Montesquieu, bu anayasalarda senatonun kararlarının bir yıl boyunca kanun hükmünde kaldığını, kararların sadece halkın iradesiyle sürekli hâle geldiğini belirtiyor.

kanunların

Demokrasi yönetiminin prensibine gelecek olursak, bu prensipten “erdem” olarak bahsetmeliyiz. Erdem derken ise bundan siyasi erdemi, yani vatanını sevme, onu koruma, kanunlarına biat etme anlamına gelen bir erdem kastediliyor. Bunlara ek olarak demokrasi sevgisi, eşitlik ve azla yetinme sevgisini de beraberinde getirir. “Demokrasilerde herkesin aynı saadete, aynı avantajlara sahip olması gerektiğinden, aynı zevkleri tatması, aynı ümitleri beslemesi gerekir. Bu ise ancak genel bir azla yetinme sayesinde elde edilebilir.” Böyle bir düşünce ve kâh bakanlarıyla kâh halkıyla böyle bir düşünceye uygun davranışlar sergilenen bir demokrasi yönetimini ayakta tutan ve onu harekete geçiren işte budur. Ayrıca anlaşıldığı gibi, halkın ve yöneticilerin lüks ve şatafat peşine düştüğü bir demokrasi yönetimi yozlaşmış bir demokrasidir.

İstibdat

Şimdi gelelim istibdat (despotizm) yönetimine. Bu yönetim şeklinin temel kuralı bir vezir tayin etmektir. Despot kendini tamamen ihtiraslarına, lükse ve gösterişe bırakmıştır ve ülke meselelerini halletmesi için bir vezire ihtiyaç duyar. Kanun hükümdardır. Hükümdar ne derse o olur ve onun eli, her şeyin üstündedir.

İstibdat yönetiminin prensibi ise “korku”dur. Despot için tüm halkı eşittir, köle olmak bakımından. Muazzam güce sahip olan hükümdar, halkına inanılmaz bir korku salmalıdır ki halkı onu tahttan indirmeye cesaret edemesin. İstibdat yönetimi için bu kadar söz yeterli.

Monarşi

Sırada Montesquieu’nun da en iyi yönetim şekli olarak gördüğü monarşi var. Monarşi yönetiminde olması gereken en temel kural, hükümdarın istediği her şeyi yapıp bir despota dönüşmesini engelleyecek aracı güçlerin, yani asillerin, derebeyliklerin olmasıdır. Bu güçler hükümdara tabi olsa da kendi içlerindeki hakların ve kendilerinin lağvedilmesi, hükümdarı bir despota ve yönetim şeklini de istibdat yönetimine dönüştürecek derecede yanlış bir karardır. “Monarşinin temel anlayışı şudur: Monark yoksa asiller yoktur, asiller yoksa monark yoktur ama despot hükümdar vardır.”

Monarşik yönetim şeklinin prensibi “onur”dur. Bu onur sayesinde -ya da onur için- herkes kişisel servetini artırmayı, en üste çıkmayı amaçlar; bu da kamu refahını beraberinde getirir. Asıl amaç, demokrasi yönetimindeki gibi eşitlik ve azla yetinme sevgisinin temelinde bulunduğu siyasi erdem değil, daha ziyade -erdemi dışarıda tutarak- unvan kazanma, en çok zenginliğe (toprağa) ve üne sahip olma gibi unsurlardan oluşur. Demokrasi yönetiminde bir kişi eylemde bulunurken tüm vatandaşları düşünür ve bu kamu refahını beraberinde getirir; monarşi yönetiminde ise kişi eylemde bulunurken kendini düşünür ve bu da beraberinde kamu refahını getirir.

kanunların

Bu incelemede Kanunların Ruhu Üzerine kitabının çok ama çok küçük fakat önemli bir bölümü mercek altına alınmıştır. Bu devasa eserde önemli olan tonlarca unsur daha vardır fakat 20 yıllık sürecin ürünü olan bu devasa eserin tüm önemli noktalarına parmak basmak altından kalkması çok zor olan bir yüktür. Neredeyse tüm milletlerin kanunlarına değinen Montesquieu, gerçekten müthiş bir iş başarmıştır. Yönetim şekillerinin doğasına nüfuz etmek isteyen, Atina ve özellikle Roma anayasalarıyla beraber Roma’da üç gücün (yasama, yürütme, yargı) devam eden süreç içerisinde nasıl dağıldığını da öğrenmek isteyen, kısacası “kanun nedir ve nasıl yapılmalıdır?” sorularına cevap arayan herkesin edinmesi ve okuması gereken bir eserdir Kanunların Ruhu Üzerine. 

Yazar: Mustafa Calp


Sitemizdeki diğer yazılara buradan ulaşabilirsiniz