Genel
Ne Zaman Gitti Bu Tren?
Hayatta yarım bıraktıklarımız bir ömür boyu bizim en büyük pişmanlıklarımız olabilir. Günün birinde; “Ne Zaman Gitti Tren?” Dememek için hayatımıza bakıp, yeniden göz gezdirmeliyiz…
Tren yola Çıktı.
Bir insanın ömrü en fazla kaç yıldır. On, yirmi, otuz, elli, seksen, yoksa yüz yıl mı? Elbette bu kişiden kişiye göre değişmektedir. Kiminin hikayesi daha başlamadan son bulur. Bazıları da hayatının baharında dünyadan göçüp gider. Kimileri ise koca çınarlar misali uzun mu uzun bir ömür sürer. Acısıyla, tatlısıyla ve kayıplarla doludur. Ne yazık ki tek gerçek kimse ölümsüz değildir. Herkesin hikayesi elbet bir gün son bulacaktır. O zamana kadar hepimizin kendi hayatlarına bir şekilde devam etmesi gerekmektedir.
Bizlerin elinde olsa hepimiz yüzyıllar boyu yaşamak isteriz. Her canlı bunu düşünür, arzular. Ama bu ne kadar mümkündür. Ya da mümkün müdür?
Dünyanın en uzun yaşayan insanı 256 yaşına kadar yaşayan Çinli Li Ching Yuen isimli bir adamdır. Bu bir efsane ya da masal değildir. Kayıtlara geçmiştir. Uzun yaşamının sırrını ise şöyle açıklamıştır: “Temiz bir kalbin olsun, bir kaplumbağa gibi otur, bir güvercin kadar hayat dolu yürü ve bir köpek gibi uyu…” Biraz düşündüğümüzde ne kadar da doğru bir söz değil midir? Ama günümüzde bizler bu söyleneni ne kadar yapabiliyoruz, orası muamma. Evet, tam 256 yıl doğru duydunuz. Bu kadar uzun bir yaşam sürmek; dile kolay diyemeyeceğimiz kadar zordur. Sayısal olarak uzun bir yaşam gibi görünse de acaba gerçekten de uzun mudur? Bizlere öyle gelebilir çünkü; zaman sinek gibidir. O kadar hızlıdır ki farkına varamazsın ta ki, seni ısırana kadar. O acı ile zamanın farkına vardığında hayatından öyle çaktırmadan çalmıştır ki; geçtiğini anladığında ise artık geri dönmek bir o kadar da zordur. Hatta imkansızdır!
Peki, her birimiz bu kadar uzun yaşasak. Hayatlarımızı uzatabildiğimiz kadar uzatsak ne kadar güzel olur, ya da olur mu? Uzun bir yaşam sürmek mi yoksa kaliteli bir hayat sürmek mi gibi sorularla karşılaşsak ta cevap yine hayatın içindedir. Hele ki yaşadığımız şu günlerde, toplum, ülke ve dünya olarak ölümün bu kadar yakın olması. Ama çoğumuzun da bu kadar vurdumduymaz olması Ne kadar da ironik değil midir? İş işten geçtikten sonra geriye kalan son pişmanlık hiçbir şeye yaramamaktadır. Günün birinde hayatı pişmanlıklar içinde terk etmekten daha acı ne olabilir ki? Dopdolu bir hayat, verimli bir hayat, güzel bir hayat geçirmedikten sonra nefes alan bir ölüden ne farkımız kalır? Hayata geldi ve hiçbir şey yapmadan gitti. Bir yaprağın bile hayatı boyunca yaptıkları bu kadar önemli ve özel iken bizler neden daha fazlasını yapamayalım? Neden bazı şeyleri kendimizi hayatımızı ve önceliklerimizi gözden geçirerek hatta değiştirerek başlamayalım. Günlerin baraj kapakları açık sular gibi hızlı aktığı şu zamanlar da hayatın bu kadar ucuz “olduğu” -maddi olarak değil- şu zamanlarda bazı şeyleri düşünmek için geç kalmamanın tam zamanı değil mi?
Ne kadar daha bekleyeceğiz?
Hayatlarımızda olmayan ya da olmasını istediğimiz, hayallerimiz, ideallerimiz, için daha ne kadar beklememiz gerekiyor? Nereye kadar? Zaman geçiyor, küçükler büyüyor. Büyükler yaşlanıyor. Yaşlılar da belki de hayatının son yıllarını yaşıyorlar. Bu kadar çabuk olan ve durmadan devam eden bu çarkı geri alamayacağımıza göre beklettiğimiz ya da sonralarımız öne alsak Business class, bir uçuş gibi onlara eşsiz bir deneyim yaşatsak nasıl olur? “Bizler uçak; hayallerimiz ve ideallerimiz ise yolcular gibi düşünsek onlara gereken özveriyi ve önceliği tanısak, ne kadar da güzel olmaz mı?”
Kimler Geldi Kimler Geçti.
Dünya sahnesinden kimler geldi kimler geçti. İskender, Napolyon, Süleyman ve daha niceleri “Göçüp gittiler, gölgesiz!” Bize mi kalacak koskoca dünya. “Karnı büyük obur dünya yedi yine doymadı ve de doymayacak.” Seni, beni, bizi bırakmıyor ki geriye. Yarım bıraktıkların ya da tamamlamadıklarının bir önemi yok onun için. O sana yetişmiyor, sen bana yetişeceksin diyor. Kimi bir savaşta düşman kurşunuyla ölüyor, kimi dost hançeriyle. Ölümün çeşidi çok ama sonu elbette ki yok. Ya bizler alıyoruz birbirimizin canını, ya da hayat alıyor bizden intikamını. Geriye iyi ya da kötü bir şey bırakanlar hatırlanıyor. İşte onlar öldükten sonra da yaşıyorlar. Belki de en değerlisi, ölümsüzlüğün en yalın hali. İşte hayat da böyle gelip geçiyor…
Treni Yakala.
Günün birinde bir sabah uyandığında aynaya bakıp elin yüzün kırışıklarla dolu olduğunu fark ettiğin anda. Zamanın ne kadar da acımasız olduğunu anladığın o an geriye baktığında yaşadığın aşkların, itirafların, itiraf edemediklerin, hataların, ertelediklerin, hayatın yoğun temposuna dalıp unuttukların, pişmanlıkların, mutlulukların, yarım kalmışlıkların ve daha nicesi ile beraber yaşadığın hayat bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğinde, koskocaman keşkeler yumağı kafana dolandığı o an; aklına tek bir soru gelecek. Ne zaman gitti tren?
Yazar: Burak Elveren
Sitemizdeki diğer yazılara buradan ulaşabilirsiniz.