GFTVBlog
Diego Rivera: Sanat Dünyasının Meksikalı Devi
1886’da, Guanajuato’da doğan İspanyol kökenli Diego Rivera, Meksikalı ressam, daha üç yaşındayken çizim yapmaya başlamıştı. Diego Rivera haylazlığı ve hayal gücü ile her zaman dikkatleri üzerine çekmeyi başaran bir çocukluk geçirir. Çocukluk yıllarında kendisini yüceltecek efsaneler yaratmaya başlayan Rivera birçok hikaye yaratır. Bu yüksek hayal gücünü sanata yöneltir. Ailesi, başta her tarafı çizen Rivera’nın duvara gerdikleri bir bez üstünde resim yapmasına olanak verdi. Daha sonra Rivera okul çağına geldiğinde babası Rivera’ya bir atölye kiraladı. Sanat eğitimine Academia de San Carlos eski Escuela Nacional de Bellas’a başlar. Diego Rivera protestanlığını, sanatını devrimci yanıyla birleştiren, düzene ve politikaya başkaldıran bir sanatçı. Duvar resmi yapmaya genç yaşta başlayan Rivera, Meksiko’da bir öğrenci eylemine karışarak okuldan ayrılmak zorunda kalır. Öğrenimine devam etmek adına burs alarak 1907’de on dört yılını geçireceği Avrupa’ya, İspanya’ya gitti. Batı Avrupa’yı gezerek resim yapan Rivera daha sonra Paris’e yerleşti.
Paris’te kübistlerin etkisine girdi, Pablo Picasso ve Amedeo Modigliani gibi sanatçılarla dostluk kurdu. Avrupa’da kaldığı yıllarının çoğunu Paris’te geçirerek kübist eserler yaptı. Meksika’ya dönmeden önce 1920’de Rönesans dönemi fresklerini incelemek üzere İtalya’ya giderek 14. Ve 15. Yüzyıl freskleriyle, Pompei’deki duvar resimlerini gözlemledi. İtalya seyahati sonucu kendi tarzını buldu.Başarılı bulunmasına ve yavaş yavaş tanılır hale gelmesine rağmen kendi tarzını oluşturamamıştır. Bu döneme ait eserler, yeni ve fark yaratacak fresk devrimi için Rivera’ya ilhamı vermiştir. Ülkesindeki Halk Devrimi ve Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nden etkilenmiş olan Rivera, “toplum için sanat” yapabileceği ve fikirlerini savunabileceği yolu bulur İtalya’daki izlenimlerinden çok etkilenen Rivera, ülkesinde uygulamak üzere taslaklarını çizdi. Fransa, Belçika, Hollanda ve İngiltere yolculuklarında realizm ve sembolizm gibi birçok sanat akımının da etkisinde kalır bu deneyimlerle kendi sanatını bulur. İlerleyen yıllarda ülkesindeki çalışmalarıyla fresk sanatında yeni bir yol açar.
Rivera eserlerinde Meksika Devrimi sonucunda kendi kişisel, sosyal ve politik inançlarını yansıtır. 1921’de Reform yanlısı, reformcu ve sanatsever politikacı Alvero Obregon’un devlet başkanı seçilmesiyle Meksika’ya döndü. Rivera’nın sanat tarihine imza atabileceği eserleri yaratmasına imkân sağlandı. Rivera, David Siquerios ve José Orozco ile kamu binalarının duvarlarına yakın dönemdeki Meksika Devrimi’nin umut ve eylemlerini dile getiren siyasi ve toplumsal freskler yaptı. Birçok Meksikalı’nın öldüğü Meksika Devrimi’ni, ülkesinin insanlarını sürekli olarak takip etti ve resmetti.Bu duvarlarla Meksika’nın baskı altındaki geçmişi ile parlak geleceğini ahenkle sunar.
1922’de Meksika Komünist Partisi’nin kurucu üyesi olur ve partinin çıkardığı gazetede editörlük görevini üstlenir. 1927 yılında parti yetkilileri ile birlikte devrimin onuncu yıl kutlamaları için Sovyetler Birliği’nden davet alır. Burada Moskova’daki Kızıl Ordu Kulübü’nün duvarına bir fresk yapması için teklif alır. Stalin ile tanıştığında hayal kırıklığına uğrar ve işler yolunda gitmez. Rivera, kabul ettiği resmi bir türlü tamamlayamaz. Devletle olan sıkı bağları nedeniyle eleştirilen Rivera 1929 yılında partiden kovulur.
“Meksikalı Michalangelo” ismiyle anılır. Rivera yirminci yüzyılın en önemli ressamlarından biridir. Sanatçının Fresk sanatını ABD ve Latin Amerika’da tekrar canlandırarak modern sanat ile mimaride kullanılmasına büyük katkıları olur. Fresklerin çarpıcı renkleri, cesur, yalın ve anıtsal üslubu sanata tekrar hayat verir.
Diego Meksika’da sanatta bir devrim yapar ve eserleriyle uluslararası bir sarsıntı yaratır. Çalışan sınıfın sorunlarını irdeleyen eserleri ile ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in Büyük Buhran döneminde milyonlarca niteliksiz işsize devlet projeleri sayesinde iş projesine de ilham verir.
1933’te aynı çeşit çalışmaları New York’taki Rockefeller Center için de yapar. Mexico kentindeki Ulusal Saray’ın duvarlarına yaptığı ve Meksika tarihini konu alan dev boyutlu çalışması, ölümü üzerine yarım kalır.ABD’de Detroit Sanat Enstitüsü ve New York kentindeki Rockefeller Merkezi için duvar resimleri yapan Rivera’nın resimleri o günlerde siyasi içeriklerinden dolayı tartışmalarla karşılaşır.
Ünü ülke sınırlarını aşan Rivera Amerika’da büyük ses getirir. 1930’da kapitalist dünyanın başkenti ABD’de çalışmalarını sürdürür. New York’tan davet alan Rivera, New York Modern Sanatlar Müzesi MOMA’da, Matisse’den sonra adına kişisel sergi açılan ikinci isim olur. Rockefeller için “Dörtyol Ağzındaki Adam” siparişini alır, siparişe süreç içinde Vladimir Lenin’in portresini ekleme kararı alır. Rockefeller ailesi kendisine ödemeyi yapar ancak söz konusu resmi parçalayarak yok eder. Rockefeller’dan aldığı ücret ile Rivera, bu resmin küçük bir versiyonunu aynı yıl Independent Labor Institute binasına yapar.
Tarif edilemez bir hayranlık, sevgi ve tarihe kazınan büyük bir aşk: Frida Kahlo & Diego Rivera. Frida Kahlo öğrenciyken Diego Rivera ile tanışır ve ona resimlerini gösterir. Frida, Diego’nun dikkatini çekmek için çok uğraşır. Kendi çalışmalarını ona göstermek için ısrarla randevu alır. Başlarda bir hoca öğrenci ilişkisi ile başlayan, sonrasında aralarında romantik bir ilişki doğmasıyla değişir. İki yetenekli ressam arasında tutkulu bir aşk doğar ve 21 Ağustos 1929’da evlenirler. Frida Kahlo, Rivera’nın üçüncü eşi olur. Evlilikleri, “fil ile güvercinin evliliğine” benzetilir.